Artık bu düzeni yürütmesi zor. Çok zor. Her yönden sesler geliyor. Kuru gürültü! Lanet olsun, şu satırları yazarken bile gerçekte özgürlüğümü bulamıyorum. Her bir yanına vurulan bir metal yığını gibiyim. Benliğim beni sokmaya çalıştıkları formların hiçbirini kabul etmiyor. Darbelerin arasında dağılıyor. Toparlayamıyorum. Oysaki tek ihtiyacım olan şey düzen. Kendime bir form oluşturmak. Mevcut olanlara uydurmak değil! Ne yazık ki yapabildiğim yegane şey her darbeyle bozulan formumu korumaya çalışmak. Henüz kendi formuma bile sahip değilken... Umutla umutsuzluğun amansız çatışması sürüp giderken... Anlamlı bir form oluşturmaktan bahsetmek anlamsız.
Ezelden beri peşimizi bırakmayan islamiyet, hıristiyanlık, musevilik gibi tanrısal inançlar; hinduizm, budizm ve reenkarnasyon öğretileri, kendi tanrısallığımızı keşfetmemizi öğütleyen zırvalıklar ve tüm bunlara sertçe muhalif eden satanizm, nihilizm, ateizm-materyalizm çöplüğü; öte yandan varoluş sebeplerini sorgulamayı es geçmiş komünizm, sosyalizm, dünyanın içine sürüklendiği anarşizm, globalizm, kapitalizm köleliği ve tüm diğer ütopik zırvalıklar... Ve nedendir ki, bunların derinliklerinden fışkıran gaz ve toza bulanmış yoğun umutsuzluk-çaresizlik bulutu.
Birey mi, toplum mu?
Eşitlik mi, sınıf ayrımı mı?
Zekanın ürünü teknoloji mi, içgüdülerin öncülüğünde ilkel yaşam mı?
Mantık mı, duygular mı?
Tanrısallaşmak mı, hayvanileşmek mi?
Böyle bir dünyaya çocuk getirmek mi, getirmemek mi?
Tek eşlilik mi, çok eşlilik mi?
Kaynağı ne olursa olsun, bireyin bizzat yaşamadığı tarihe inanmak mı, reddetmek mi?
Sonsuzluk mu, hiçlik mi?
Genelleme yapmak mı, ayrı ayrı değerlendirmek mi?
Olanı kabullenmek mi, isyan mı?
Düzen mi, kaos mu?
Aklımıza neyin, nasıl empoze ettiğini bilemediğimiz gerçekçilik mi, kendi düşsel dünyamız mı?
Bilgelik mi, cehalet mi?
İyimserlik mi, karamsarlık mı?
Devinim mi, eylemsizlik mi?
Hayat mı, ölüm mü?
Yoksa, bunların hiçbiri benim gerçekliğime cevap bulamaz mı?
Peki o zaman ne?
Felsefeden pek anlamam ama dilim döndüğünce cevap vermek isterim.
YanıtlaSilBir şeyi var eden onun çelişiğidir. yani tezi var eden anti tezdir. Yani bahsedilen şey en basit haliyle çelişkidir. Buna Hegel Diyalektik demiş. Özünde method olan diyalektik, çevreyi kavrama ve ona yorum getirme yordamıdır. ama diyalektiği inceleyip ona materyalist yaklaşımı ekleyen kişi Marx olmuştur.
Yukarda bahsedilen çelişkiler kendilerini diğeri üzerinden tanımlar. Biz sosyalistler sınıfsız bir toplumu yani komuünizmi dünyaya egemen kılmayı amaç edinmişizdir. Bu böyle olmalıdan çıkmamıştır bu gaye. Önce geçmişin sınıfsız toplumları incelenmiş, sonra var olan toplum incelenmiş ve geçmişe yönelik tahminlerde bulunulmuş ve tekrar başladığı noktaya yani günümüz toplumuna gelerek onun nesnel koşulları yani üretim yapısı incelenerek bir sonuca ulaşılmıştır. Kapitalizm üretim anlayışı, tüketim anlayışı ve tüm bunlara bağlı olaraktan sosyolojik yapısı insani değildir. Neden? çünkü insan odaklı değil, kar odaklıdır.
Hiç bir idea tüm sorulara net yanıt veremez. Marx Hegel den aldığına bilimsel materyalizmi de ekleyerek diyalektiğe vücut vermiştir. Biz onunla kipalizmi çözümlemiş ve özlemimizi amaç edinmişizdir. Yöntem şartlara göre değişir. Bazen eylemsizlik bazen çıldırasıya barikat, bazen mantık bazen duygular, bireyden topluma toplumdan bireye... Bu değişir ama ana amaç "ayrımdır" ... çünkü sınıflar eninde sonunda kaynakların yeniden paylaşımı ve yönetimi için savaşcak ve uzun bi süre sonra sınıflar ortadan kalkacak ve bu ayrmda evrimini tamamlayacak. sonrasıcennetin dünyaya indirilmesidir.